13 Ekim 2009 Salı

Protestodan Uyuşturucuya, Suicide Silence!

Photobucket

3 Demo, 1 EP ardından 2007 yapımı The Cleasing ile Amerika sınırını oldukça hızlı aştı Suicide Silence. 2009 albümü No Time To Bleed, artık iplerin kimin eline geçtiğini belli etmiş durumda.

Oldukça hızlı ilerleyip, göründüğünden çok daha sert olmayı başarabilen nadir gruplardan biri aynı zamanda. Bu grubu sevmeniz ya da nefret etmeniz için benim ya da herhangi birinin yorumlarıma ihtiyacınız olduğunu düşünmüyorum.

Son zamanlarda uzun uzadıya tartışıldığına tanık olduğum bir tarafını gördüm bu grubun. Aslında okumaya başladığınız yazı, grubun müziğinin değil sosyal tarafının hakkında, gibi...

No Time To Bleed'in içeriği kızgın Avrupa dinleyicisi tarafından biraz yadırganmış olsa gerek ki, yavaş yavaş tartışma panolarında albüm içeriği hararetle el altına alınıyor. "Bunun sebebi bütün tarafların Suicide Silence'a (belki de gereğinden fazla) önem vermeleri" diyor grubu tanıyanlar. Avrupa dinleyicisinin tabuları dişleyen gruplara karşı bu kadar titiz olabileceğini tahmin etmişlermidir bilemiyorum aslında. Sosyal saldırıyı her alanda bu kadar iyi kullanabilen bir grubun, eski sertliğinden taviz verip daha "Amerikan"a dönmesi sanırım kızdırdı Avrupalıyı. Kızdı Avrupalı, ama sevdiğinden kızdı, "Can your god save you now?" diye üzerine yürüyen grubun taviz verecek olmasına korktu da kızdı! Sertlikten söz ederken müzikten bahsetmediğimi anlamış olmalısınız sanırım, zira No Time To Bleed'de yavaşlamak ne kelime, ciğerimizi deşiyor yine Suicide Silence.. Sanırım bu kadar karmaşık bir konuya kronolojik olarak girişmem gerekecek, yoksa ne ben yazdığımdan bir şey anlayacağım ne de siz.



The Cleasing ile başlamak istiyorum. İsmi Revelations olan bir intro ile albümü açıyorsunuz, ardından ilk şarkının otuzuncu saniyesinde "Where's your fuckin God?" diye bağırıyorsunuz. Özgürlükler ülkesinde (!) sizi pek ciddiye almamış olabilirler ama aslında bu yaptığınızla Avrupa'ya bir gol atıyorsunuz. Hiç zaman geçmeden İngiliz Street Teamleri sokakları boyamaya başlıyor; hem de öyle böyle değil. "Fuck your past, the future is in your hands" yazıyor, Almanlar albümü satın alma rekoru kırıyor, inanması güç ama Norveçe sayısız tshirt satışı yapıyorsunuz... Böylesine protest bir albüm yapıp, ismini de The Cleasing koyuyorsanız, bu insanların sizin izinizden gelmesinden rahatsız olmazsınız sanırım. Sadece "ünlü olmak" adına The Cleasing kadar protest bir albüm yaptıklarını düşünemiyorum. Böyle bir durumda da Century Media'nın elleri armut topluyor olmazdı herhalde..

Üstelik albümün bütün şarkıları din ve politika hakkında da değil. Tam Amerikan stili -kadına ithafen- gore tabanlı saldırgan lirikleri de görmezden gelmiş olamaz bu kadar insan... Şimdi bu insanların bir çoğu kalkıyor (ki bunların hepsi grubun fanı) ve ikinci albümün liriklerini topa tutuyor. Hem haklılar hem de haksız, aslında ikinci albümün ne demek istediğini anlayabilmenin yolu birinci albümden geçiyor. Bu albüm yeterince açık konuşulmuş bir albüm, üstüne üstelik söz yazarı Mitch Lucker'ı ikinci albümde "bencilce söz yazmaktan" suçlayan fan kitlesi ortaya çıkıyor. Aslına bakarsanız bu çocuğun tavrı ilk albümde de farklı değildi. Yeterince protest olmasına rağmen, hiç çoğul konuştuğunu görmedik."I'm the one man army of disease" dedi, dinledik.



No Time To Bleed'e gelince, aradan iki yıl geçmiş ve adamların hayatları değişmiş olmasına rağmen müzikal çizgiden hiçbirşey kaybetmediler. Buna rağmen, hala ilk albümün devamı gibi yazılmış tonlarca riff ve şarkı sözüne sahip olmaları da yaptıkları işin hala arkasında olduklarının kuvvetli bir göstergesi sayılabilir. Wikipedia'da bile bu albüm hakkında arama yaptığınızda karşınıza "Mitch'in din ve politika hakkında yazmayı bırakıp, kişisel sorunlarına eğildiği" çıkıyor. Buna yalan diyemeyiz, No Time To Bleed'in ruh haline baktığımda -ki bunu sadece ilk klip Wake Up'ı bile izleyerek anlayabilirsiniz- tamamen çileden çıkmış uyuşturucu bağımlıları görüyorum. Üstelik bunu saklamak gibi bi niyetleri yok, aksine teşhir ediyorlar. Ama grubun Protest tavrını bıraktığını söyleyen fan kitlesinin yanıldığı nokta da tam olarak burda bulunuyor. İlk albümün bilinç altında, yaşadığı dünyadan bıkmış adamlar vardı. Ve şimdi No Time To Bleed'e baktığımda ben; sadece yazdığı onca kitaptan sonra migreniyle savaşan, yıpranmış, parçalanmış bir Nietzsche'ye benzeyen Mitch Lucker'ı görüyorum. Suicide Silence protest tavrından hiç de vazgeçmiş durumda değil. Sadece artık bayrağı taşımıyor. Onları topa tutan fanlarının işi devralmasını istiyor. Üstelik bu, oldukça da makul bir istek!

Fanlar haklı, ikinci albüme uzaktan bakılınca hiç protest söz yok! Ama grubun albüm adıyla bile yansıtmak istediği bezginlik, vazgeçmişliğin bezginliği değil. Aksine, bir yardım çağrısı. Bencillik bazında "İkinci bir Corey Taylor vakası" yaşanmasından korkanlara, Suffer'da çok güzel bir cümle verilmiş. İnce eleyip sık dokumayanın kaçıracağı bir cümle... Bence zaten grubun da istedği bu! Onları gerçekten anlayanlarla beraber savaşmak istiyorlar. Albümün tek protest cümlesi, bir tam albüme bedel olmuş aslında. Ve diyor ki Mitch, "RUTHLESS CLEASING HAS ALREADY BEGUN AND ITS TIME TO MOVE ON"...

İlk albümün adından, ikinci albümün ince ayrıntılarına kadar hala aynı yoldalar. Nefret kusma vaktini bize bırakmış, nasıl yaşadıklarını anlatıyor bu albüm. Belki edebiyattan anlayanı sınamaya karar verdiler, belki de gerçekten bağımlı bir frontman faciası eşiğinde yaşıyorlar. Bilemiyoruz.. Ne olursa olsun hakkında yazmaya gerek bile duymadığım müziklerinin yanında böyle zekice bir tavırla devam edebiliyorlarsa; onları anlamayacak, ya da anlamak için zaman ayırmayacak dinleyicilerine ihtiyaçları olduğunu sanmıyorum. Sanırım bizsiz de idare edebilirler.

Geri kalan bilgileri bulabileceğiniz adresler:
www.suicidesilence.net
www.myspace.com/suicidesilence

Saba Arat

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder