13 Ekim 2009 Salı

Abigail Williams

Photobucket

2008 yılı Soununda "In the Shadow of a Thousand Suns" isimli ilk albümünü çıkartan Abigail Williams, şu sıralar Amerika'nın her köşesini bucak bucak gezmekle meşgul.

Nefes alacak zamanları bile yok. Kendi tarzlarını "North American Black Metal" olarak adlandırdıklarını gördüğüm zaman, gülümsemiştim dersem yalan olmaz. Black Metal illa kuzeyden çıkmak zorundaymış gibi hissettiklerini sandım, ama albüm bana tamamen yanıldığımı söyledi. Bu kadar melodik, hatta bukadar dramatik bir Amerikan sounduna pek alışkın olduğum söylenemez ama "Southern" denilen şey daha bütüncü, daha az kafa karıştıran müzik ise; işin "Northern" kısmında böyle kompleks yapılı senfonik tabanlar gördüğümde şaşırmamam gerektiğini anladım. Ne de olsa Kuzey ile Güney arası Sinop ile Hatay kadar yakın değil, değil mi :)

Grup ismini Salem Cadıları vakalarında suçlananların başında gelen Abigail Williams'tan almış. Bu tavırlarını da Avrupa mitolojisine saldırmak yerine, yerel hikayeler bulmayı tercih etmelerine bağlıyorum. Amerikalı olduklarını ve Avrupalıdan farklı şeyler hissetmeden black metal yaptıklarını göstermeye çalışıyorlar her seferinde. Bunun en büyük örneği de albümün soundu. Albümü yanında dinlediğim çoğu insan "Emperor soundlu" tanımını takmıştı Abigail Williams için. Bu açıklamayı makul bulmuş olmama rağmen, aylar sonra albümün davullarını 3 şarkı hariç Tyrm'in çaldığını görünce, ağzım açık kaldı. Tyrm'in Soundu bu kadar belirleyici şekilde kendine çevirmiş olmasına şaşırmamın yanı sıra, grup elemanlarının da oldukça fazla Emperor dinlediğini düşünmekteyim.



Elemanlarla ilgili ilginç bir kaç ayrıntı daha bulunmakta.. Tahmin edebiliceğimizden çok daha fazla eleman değiştirmiş olan grubun Arizona çıkışlı oluşu şu "Northern" konusunda biraz kafa karıştırıyor, bu durumda kıtlardan bahsetmiş olduklarını anlamış bulunuyoruz. Bu kadar çok eleman değiştirilmiş olmasının ardında, esas çocuk olan solist Ken Sorceron'un saplantı bouyutunda mükemmeliyetçi olmasının yattığı anlaşılıyor. Aslında bu tarz durumlar pek çok grubun aleyhine olaylar geliştirirken, Abigail'in yararına olmuş. Bu yararların içinde, grubun 2007 yılında dağıldığı zamanlarda In the Shadow of a Thousand Suns albümü üstünde tamamen Sorceron'un çalışmış olması da bulunuyor. Bir bunalımın ardından iş başına oturup, albümün çoğunluğunu tek başına yazıp, ardınan albümün prodüktörü olarak James Murphy'yi ayarlamak (evet bu tamamen gerçek), davulu da Tyrm'e çaldırmak her mükemmeliyetçi vokalin harcı olmasa gerek. Sanırım bundan sonrası, geri dönen ve yeni gelen elemanların kabiliyeti, Tyrm'in yetenekleri ve Obituary'den Murphy'nin maharetli dokunuşlarına kalmış. Üstelik halen daha çok hızlı yol alıyorlar. Albümün ardından klavyeye aldıkları Ashley Ellylon geçtiğimiz birkaç ay içinde Abigail Williams'tan ayrılıp; Rosie Smith'in yerine Cradle Of Filth'te çalmaya başladı. Avrupalı grupların bu gruba gösterdiği ilgi, her ne sebepten ise; Avrupa dinleyicisinin ilgisinden çok çok daha fazla.

Gelelim albüme; grubun 5 şarkılık EPsi "Legend" gibi, bu albüm de Candlelight Records çıkışlı. Bu durum da Sorceron'un 2006 çıkışlı EPden sonra, 2007 ayrılığı içinde ne kadar zekice hareket etmiş olduğunu gösteriyor. Çünkü Candlelight'a Legend öncesi nasıl girdiklerini bilemesek -ve buna yetenek desek- de, In the Shadow of a Thousand Suns yapım kadrosuyla Candlelight grup kadrosunu karşılaştırıp Emperor ve Obituary'i bir arada görünce Sorceron'a oldukça saygı duydum. Nitekim, hikaye kısmını geçersek şarkıları duyduktan sonra gitarist Bjorn gruba geri dönüyor ve albümü 6 ayda kaydediyorlar. Kapakta bile Amerikadan çok buram buram İskandinavya kokluyorsunuz. İşin özüne saygı duymuş çocuklar, zaten kapak da In the Nightside Eclipse renginde At The Heart Of Winter gibi, hemen hemen... "E bu kadar İskandinav kokusu üstüne neden 'North American'?" diye soracak olursanız; ben bütün bu safsatayı işin dramatik melodizminden çok şu Metalcore ya da Endüstriyel stildeki kesik gitar rifflere bağladım. Albümü tekrarladıkça ufak ayrıntılar yakalıyorsunuz. Klavyeyi birkaç saniyeliğine silmek için bir buton olsa, ufak bölümler içinde Immortal vokalli Machine Head dinlediğinizi düşünebilirsiniz. Üstelik vokaller duayence "black metal" adı altında yazılmış ve okunmuş olsa da; Amerika'nın şu yeni "core" gruplarının scream vokale bu kadar abanmaya başlamasından sonra, ne yalan söyleyeyim; insana pek de black metal gibi gelmiyor.



Eğer hala In the Shadow of a Thousand Suns dinlemediyseniz, denemenizi öneririm. Özellikle The World Beyond ve Into The Ashes favorilerim. Ilk kliplerini de beklediğim gibi bu iki şarkıdan birine, Into The Ashes'a çektiler. Abigail Williams'ın alışmakta zorlandığım en önemli özelliği şarkı sözlerinin şiirselliği. Bu kadar epik liriklere sahip bir Amerikan grubuna alışmak zaman alacak. Ama bu halde dinlemeye devam edecekler için grubun başlığı kesin ve sert, "Epic As Fuck".

www.myspace.com/abigailwilliams

Saba Arat

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder